ŞİİR-EDEBİYAT

Âhiret Yolu

sokakta sâde bir 'âmîn! ' sadâsıdır gidiyor:
mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.
basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,
başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût;
denildi: 'fâtiha! '; âmîni kestiler bu sefer,
göğüsler inledi, derken, açık duran eller,
hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;
deminki zemzemeler bir zaman için dindi.
duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu,
diyordu:
- söyleyin allâh için şu merhûmu,
nasıl bilirsiniz ey müslümanlar?
- iyi biliriz!
-yarın huzûr-i ilâhîde toplanıp hepiniz,
bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya?
- evet!
- imâm efendi, helâllık da iste, merhamet et...
- helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı.
- helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!

cemâatin yüreğinden kopup 'helâl olsun! '
nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ah-ı derûn,
misâli uğradı evden; fezâda yükseldi
içerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi;
baş örtüsüyle kadınlargözüktü pencereden:
-bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen!
-yıkıldı dostlar evim, barkım... ah gitti kocam! ..
-dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!
-tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,
kızıp da 'ey! ' demiş insan değildi, hemşîre!
-zavallı remziye! boynun büküldü evlâdım...
-babam ne oldu?
-baban... öldü.
-etme ayşe hanım,
bu söylenir mi ya? hicrân olur zavallı kıza...
ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza...
açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın...

göründü cumbada baktım ki tombalak, sanşın,
sevimli bir küçücek kız... beiinde ancak var.
donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,
zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi.
benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî.
sefine pâre ki sırtında mevc-i bî-hissin,
yüzer... önünde ademden nişâne bir engin,
çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına;
bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlıyana?
cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça,
o tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca.
nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?
nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını?
bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,
samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.

değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:
sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler.
o tahta pâre-i câmid, o iğbirâr-ı samût,
güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût
içinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor;
zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor.
bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı?
suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı:
evet bekâ ezecek cism-i zâr-ı fânîyi,
vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi,
bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler,
dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer!
ağır ağırgidiyorken cenâze kâfilesi,
nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi.
çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât,
açıldı dîde-i im'âna perde perde hayât.
*******
senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş;
ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş!
elinden yok halâs imkânı, mâdâme'l-hayât uğraş...
o, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz.. muktedirsen aş! '

musallâ: müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;
musallâ: ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;
musallâ: minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;
musallâ-: ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın.

bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler,
bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ'atler.
civârından geçer zulmette bî pâyan hayâletler:
kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler!

babam, kardeşlerim, evlâdım, annem... belki bunlardan
muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can el'ân
bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son im'ân...
benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân!
serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ;
müşeyyed bürc ü bârülar düşer bir bir, bu taş hâlâ,
zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ;
bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.

namaz kılındı; duâ bitti. kârban, yoluna
düzüldü taht-ı memâtın girip birer koluna.
yarım sâat henüz olmuştu. yolcular durdu;
demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu.
cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,
sokuldu servilerin ortasında bir çukura,
atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur
kabardı toprağın altında bir an, bir ur!
evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,
dönün de arkadakinden sorun fecâ'atini·
sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak
ilel'ebed o küçük rûh çırpınıp duracak! ...


 
Mehmet Akif Ersoy
Ahiret Hayatı..
 
 
Parana puluna güvenipte
Melik; sultan sanma kendini
Bu hayatın birde ahiret'i var
Varlık bolluk içindeyken
Hor görme efendini
Ahiret hayatının cehennemi var..

Kendine pay biç kıssadan hisse
Alacaklı kalmasın senden,dünyada kimse
Bu yaşamın sefahaât içindede sürse
Ahiret hayatının cehennemi var..

Malında mülkünde olsa kurtarmaz seni
Günahsız gel der,haklar halimi
Canları yakma üzme yetimi
Ahiret hayatının cehennemi var..

İbadetini yap fıkıh-a yönel
Ansızın belirir,götürür bir yel
Yük olmasın sana,ödeyeceğin bedel
Ahiret hayatının cehennemi var..

Namahremi açarsan
Ehl-i dertten kurtulmaz başın
Bereketli helâl olmaz yediğin aşın
Akıl fikir içinde sen düşün taşın
Ahiret hayatının cehennemi var..

Ateşler yanar o cehennemde
Günahlar ayrışır yanan bedende
Kurtaramaz seni hiç bir Adem'de
Ahiret hayatının cehennemi var..

 
                                                                 İsmail Kurt
AHİRETİM, CENNETİM.


Maviyle, sarıyı, birleştir yeşil.
Senin zümrüt
gözün, bin anlam taşır.
Gönlümdeki hasret, sana ulaşır.
Canımsın, cananım, benim
sevgilim.

Hasretin yakıyor, inan bendimi.
Yaban ellerinde, buldum kendimi.
Bilemez kimseler, benim derdimi.
Minberim, mihrabım, canım
sevgilim.

Güllerin
dostuyum, bülbül kıskanır.
Deli gönlüm belki, burda uslanır.
Sana kavuşunca, içim nurlanır.
Ömrümsün hayatım, benim
sevgilim.

Ateş oldun yüreğimde, kor oldun.
Yaktın hasretinle, inan har oldun.
Gurbette dayandım, senle var oldum.
Biricik sultanım, canım
sevgilim.

Gündüzüm ve
gecem, sensiz burada.
Derdimi anlatdım, coşkun Fırat’a.
Bağlıyor hasretin, beni hayata.
Canım mihribanım, benim
sevgilim.

Yanık türkülerle, gazel dinlerim.
Sevgiyi hasrete, yükler beklerim.
Sayılı günleri, güne eklerim.
Hayalim, serabım, canım
sevgilim.

Türkmendağlı şair özledi seni.
Ne
zaman kokacak, o mis tenini.
Esirgeme ey yar, benden
sevgini.
Ahiretim
cennetim, benim sevgilim.                                             HİLMİ CAN
 
UNUTTUK
                   Ne çabuk unuttuk, ne çok unuttuk...
Dünya kalınası değildi,
yeryüzünde karar kılamazdık ki.
Geldik ve nihayet dönecek değil miydik?
Şimdi hatırladığımız bu..
Ve hiç unutmayacağımız...
                                
                                       
Ne çok unuttuk, ne çabuk unuttuk
Bizden önce gelenleri ve bizden önce gidenleri
Güzel atlara binip giden güzel insanları
Sırf ölümünü güzel eylemek için yaşayanları
Ölümünü 'düğün gecesi' gören güzel bakışlıları

Ne çok uyuduk göklerden habersiz.
Ne çok unuttuk semaya yüz dönmeyi
Ayağımızı yere sabit belledik
Elimizdekileri sahiplendik
Değil elimizdekilerin,
elimizin bile elimizde olmadığını hatırlamak zamanı şimdi.
Çok hatırlamak ve çabuk hatırlamak zamanı.

Unuttuk;
dünya bir gölgelikti oysa
Yolcu olduğumuzu unuttuk,
yolumuzun buradan geçtiğini sadece
Sadece uğradığımızı şu dünyaya
Yükümüzü yeğni tutmayı bilemedik.
Biriktirdik, çoğalttık, artırdık ve saydık
Geriye ne kaldı?
Şimdi hatırladık
Sermayemiz yokluktu, servetimiz acizlikti
Şimdi hesapladık.

Unuttuk,
Yüzümüzde Rahmanın nakşı vardı
Gözümüzde Cemalin bakışı vardı
Gönlümüzde Bekanın aşkı vardı
Şimdi, yüzümüz yerde kaldı
Gözümüz yaşta kaldı
Gönlümüz darda kaldı
Hatırladık ve anladık ki,
Bu dünyanın ötesi vardı

Gelin, burada kalmayalım.
Yüzümüzü Rahmanın vechine döndürelim,
Gözümüzü Gufranın tecellisine çevirelim,
Gönlümüze 'neylerse güzel eyleyen' Mevlamızın tesellisini devşirelim.

Hatırlayalım, hatırlayalım ki,
'Hatırlamaya değer bir şey bile değil'ken
Yüze geldik, varlığa vardık, dile geldik, ışığa vardık
Kimsenin bizi bilmediği, kendimizi de bilmediğimiz
Derin bir unutuştan alındık
Hatırlandık, hatırı sayılır olduk.

Fakat ne çok unuttuk ve ne çabuk unuttuk
Unutuşun çocuğu olduğumuzu
Varlığın uçarı kuşu olduğumuzu
Kanatlarımız olduğunu,
yerde kalanlardan ve arza bağlananlardan uzakta
Kaderimiz olduğunu
Gelip gitmenin, konup göçmenin,
Ondan gelip Ona gitmenin
Ne güzel olduğunu

Hatırlayalım hatırlayalım ki
Unutuştan alınmış
ve çokça unutmuştuk

Unutmayalım ki
Hep hatırlandık, hep hatıra kaldık
İşte o zaman enkaz altından çıkarabiliriz ruhumuzu

Ve o zaman yüreğimizdeki yangın yeri
İbrahimvari bir gülşene döner

Ve biliriz ki,
Mazlumlar mahzun olmazlar
Masumlara hüzün erişmez asla
Ve korku yoktur şehidlere...

Senai Demirci

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder